Beni en çok etkileyen 2 heykel ile başlamak istiyorum. Bu iki heykel de Saint Michael‘i (fransızca Michel ya da türkçesiyle Mikail) anlatıyor. 4 büyük dinde ortak olan 4 melekten biri. Katolikler için Michael insanların ölüm sırasında ruhunu cennete götüren melek, bunun için şeytanla savaşması gerekiyormuş çoğu zaman. Saint Michel Paris’te çok sevdiğim bir semtin adıdır ve hiç merak edip bakmamıştım bu St Michel kimdir diye. Şimdi Saint Michel çeşmesindeki o görkemli heykelin de bu meleğe ait olduğunu öğreniyorum. Yani aslında ben de yazarken bir yandan öğreniyorum. (bkz Paris yazım)
Yukarıdaki heykel şuan Castel Sant’Angelo’nun tepesinde yani 31 mt yükseklikten Roma’yı ikiye bölen Tiber nehrine bakıyor. Castel Sant’Angelo MS 139 yılında yapımı tamamlanmış Melek Kalesi, aslında imparator Hadrian’ın mozolesi olarak inşa edilmiş. Efsaneye göre 590 yılında baş melek Michael mozolenin tepesine konmuş ve bu heykelde canlandırıldığı gibi kılıcını kınına koyarak vebaya karşı verilen savaşın bittiğini göstermiş. Bu nedenle de mozolenin adı aziz melek kalesi olarak değişmiş. Kalenin tepesinde sergilenmek üzere ilk heykel 1530 larda rönesansın önemli heykeltraşlarından Rafaello tarafından yapılmış fakat sonra 1753 ‘te Verschaffelt adında Belçikalı bir heykeltraş tarafından şuanda sergilenen heykel yapılarak değiştirilmiş.
Rafaello tarafından kalenin tepesine koyulmak üzere yapılan heykel ise solda görülen heykel. Efsaneyi tam olarak anlatan versiyon yapıldığında bu heykel girişteki melekler salonunda sergilenmeye başlamış. Bu heykel de diğeri kadar etkileyici aslında ama efsaneyi tam olarak anlatan heykelin tepede olması çok daha ihtişamlı bir görüntü oluşturuyor.
Ve kalenin hemen karşısında yer alan Ponte Sant’Angelo yani aziz melek köprüsü. MS 134 yılında imparator Hadrian tarafından yaptırılmış. Şuan sadece yaya kullanıma açık olan köprünün üzerinde 10 farklı meleği simgeleyen heykel var. Köprünün gece fotoğrafları için bu yazıma bakabilirsiniz: Roma’da sarı geceler
Trevi çeşmesi (Fontana di Trevi): Bu çeşmeyi anlatan kaynakların hem fikir olduğu kelime; heybetli! 26 m uzunluğunda ve 49 mt genişliğinde dünyanın en ünlü çeşmelerinden biri. Ve türkler için şaşırtıcı bir bilgi olacak; ismi Trevi çeşmesi, hatta Trevi kelimesinin üç sokağın kesiştiği yer olduğunu düşünürsek aslında türkçesi üçyol çeşmesi. Ve sadece Türkiye’de “Aşk çeşmesi” olarak biliniyor. Tabiki gerçek ismine göre daha güzel ve sıcak bu isim, bu nedenle kim uydurduysa tebrik ediyorum 🙂
Çeşmenin olduğu yer aslında 3 yer altı su kaynağının birleştiği bir noktaymış ve 400 yıldan uzun süredir Roma’nın su kaynağıymış. Kaynağın keşfinden sonra bir çeşme inşaa edilmiş fakat sıradan bir çeşme olduğu için yenilenmesi kararı alınmış ve böylece 1732 yılında Nicola Salvi’ye bu görev verilmiş. Salvi’nin 1752’de ölümünün ardından 1762’de başkası tarafından tamamlanmış. İnşaatı sırasında komik bir olay olmuş. Çeşmenin bulunduğu meydan çok küçük olduğundan ve çeşme de çok büyük olduğundan etraftaki esnaf hoşnut değilmiş inşaattan. Çeşmenin sağında kalan sokaktaki berber Salvi ile sürekli tartışırmış. Salvi berberin dükkandan gördüğü alana denk gelecek şekilde büyük bir kupa şeklinde heykel yaparak berberin çeşmeyi görmesini engellemiş.
Çeşmeye uzaktan bakıldığında açılmış bir istridye kabuğu şeklinde olduğunu düşünebilirsiniz ve çeşmenin bir denizi sembolize ettiğini. Tam ortada yer alan heykel denizlerin,ırmakların, göllerin, okyanusların tanrısı Oceanus’un heykeli, uzunluğu 5.8 mt. Sağ elinde hareket emri vermek için tuttuğu asası var. Üzerinde durduğu savaş arabası 2 atlı tarafından çekiliyor. Atlardan biri iflah olmaz gibi duruyor ve denizin hırçınlığını anlatıyor ve hemen yanında genç güçlü bir erkek var. Diğer taraftaki at ise sakin, denizin durgun ve sakin olduğu anları anlatıyor, binici ise yaşlı. Elindeki istiridye ile oradan geçmekte olduklarını belirtiyor. Oceanus aynı zamanda bir zafer takı içinde duruyor. Oceanus’un sol tarafında bolluk ve bereketi temsil eden kadın heykeli, sağ yanında ise sağlığı simgeleyen heykel bulunuyor.
Çeşmeye para atmak bir gelenek halini almış ama bir sorun var ki; her kaynakta farklı bir atış şeklinden bahsediliyor. Çeşmeye sırtınız dönük olmak koşuluyla, kimi sol elinle sol omzun üstünden, kimi sağ elinle sol omzunun üstünden, kimi sol elinle… 1 kez para atılırsa atan kişinin tekrar Roma’ya döneceği, 2 kez para atarsa Roma’da aşık olacağı ve 3 kez para atarsa o aşık olduğu kişi ile evleneceği söyleniyor. Biraz komik tabi bu kısımlar, parayı arttırdıkça sonu nereye varır acaba hikayenin? Sonuç olarak ne şekilde atarsanız atın, içinizden gelen bir dilek ile attığınızda kabul olacaktır. Benim 2 dileğim oldu; gerçekleşirse haber veririm.
Ponte Sisto: Neden olduğunu tam olarak anlayamasam da bu köprüye hayran oldum. Sadece bu köprüye ait en az 50 fotoğraf çekmişimdir. Bir de ayrıca benim içinde olduğum, Esma’ya zorla çektirdiğim fotoğraflar var, onların sayısı da yaklaşık 20 olabilir. Sanırım köprünün mimarisi beni ona hayran bırakan, mimari terim olarak “occulus” kelimesinin türkçe karşılığını bulamadım ama anlatmak istediği göz şeklinde pencere ve yuvarlak bir yapı galiba. Evet, evet beni hayran eden buydu, ilk olarak köprüye girdiğimde ortada köprünün yükselmesi (ki bu bana kendimi 15. – 16. yy’da gibi hissettirdi nedense) ve köprünün biraz uzağından bakıldığında oluşan yansıma. Üstte görünen fotoğraf bu yansımanın ürünü, bu görüntünün akşam versiyonu için Roma’da sarı geceler yazıma bakabilirsiniz, renkli versiyonları ise daha sonra yayınlayacağım.
Bu fotoğraf ise köprünün üzerinde, tam da kendimi rönesans döneminde hissettiğim yerden çekildi. Köprüden kocaman kabarık etekleri olan kadınların, karpuz kollu ve renkli kıyafetli adamların geçtiğini görür gibi oluyorum baktıkça. Ponte Sisto 1473-1479 yılları arasında inşaa edilmiş. Sadece yaya kullanıma açık olan köprü, Roma’da gece hayatının iki hareketli semtini birbirine bağlıyor; Campo dei Fiori ve Trastevere.
Roma’nın en popüler meydanı Piazza Navona’da yer alan Fontana dei Quattro Fiumi yani 4 nehir çeşmesinin bir kısmını gösteren bir fotoğraf. Navona meydanı milattan sonra 1. yy’da stadyum olarak inşaa edilmiş, 15 yy’da kamuya açık alan haline getirilmiş ve 17. yy’da şuanki muhteşem görüntüsüne kavuşmuş. 4 nehir çeşmesi ise dönemin papası için 1651 yılında yapılmış. Çeşmede bulunan 4 heykel her bir kıtayı ve o kıtanın en önemli nehrini simgeliyor. Hatta bu heykellere nehir tanrısı deniliyor. Ganj nehri Asya kıtasını, Nil nehri Afrika kıtasını, Tuna nehri Avrupa kıtasını ve Rio de la Plata ise Amerika kıtasını temsil ediyor. Her bir heykelde o kıtayı anlatmak için kullanılan metaforlar var. Ganj heykelinin elindeki kürek nehrin denizciliğe yatkınlığını anlatıyor. Nil nehrinin heykelinde başının bir kısmı örtülü, nehrin başlangıç noktasının bilinmediğini anlatıyor. Rio heykeli bir demir para yığını üzerinde oturuyor, Amerika’nın Avrupa için bir zenginlik kaynağı olduğunu anlatıyor. Tuna nehri ise papanın armasına dokunuyor, hristiyanlığı anlatıyor. Bu fotoğraf ise başındaki örtüyü çekiştiren Nil nehri tanrısının arkasından meydanda bulunan bir eve bakıyor.
Bu fotoğrafın 2011 yılında çekilmiş olması pek inandırıcı gelmiyor değil mi? Diğer fotoğrafların hikayelerinde de tarihlere özellikle dikkat etmenizi rica ederim. İlk inşaa tarihleri ya milattan önce ya da hemen sonra, yenilenmeleri ise 15. veya 16. yy’da mesela. Yani herşey inanılmayacak kadar eski. Öyle bir şehirki yaklaşık 2500 yıllık bir tarihi var. Ve tabi asıl ilginç olan bu varolan tarihin hala yaşıyor olması. Fotoğrafa sadece sütunlarıyla konuk olan Pantheon, milattan önce 27 yılında yapılmış. Çok uzun bir geçmişi var tabi doğal olarak. Antik Roma’da tüm tanrıların tapınağı olması için yapılmış, hatta kaynaklarda tüm dedikten sonra özellikle “her bir tanrı” için diye belirtiliyor. Günümüzde katolik klisesi olarak kullanılıyor. Ve 2 önemli karalın ve bir kraliçenin mezarlarını barındırıyor. Görünen sütunların her biri 12 mt uzunluğunda, 1.5 mt çapında ve 60 ton ağırlığında.
Vatican şehrinin girişinde yer alan St. Peter’s Basilica’nın önünden Roma’yı izleyen St. Peter’in heykeli. İsa’nın 12 havarisinden biri ve ilk papa. Her yıl şenliklerle anılıyor.
Şehrin her yerinde bulunan meleklerden biri daha. Mimaride benim dikkatimi en çok çeken, fazlasıyla kubbeli binaların olması ve bu kubbelerin üzerinde çoğunlukla bir melek ya da başka bir heykel olmasıydı. Bazen binalar ağaçlarında arasında ya da başka binaların arkasında kalmış olabiliyor ama üzerindeki melek uzaklardan sizi izliyor gibi bakıyor.
Roma’daki ikinci günümde bu şehre aşık olduğumu hissettim. Hatta bir an benim için Paris’in yerini alacak galiba dedim. Tabi sonra Paris’in yerini alamayacağına karar verdim ama bu şehir kesinlikle Paris’ten daha romantik bir şehir. Bu romantizm sanırım en çok melek heykellerinden ve nehrin üzerine düşen şehrin görüntüsünden kaynaklanıyor. Bu şehre aşık olmamak mümkün değil…
Roma hakkında diğer yazılarım:
Roma’dan restaurant hikayeleri
Bu yazı daha önce 10019 kez okundu!
Çok güzel… Ama yine de Roma’ya siyah beyaz gitmiyor 🙂
Benim için siyah beyazın yeri çok ayrıdır. o yüzden bu kadar ağırlıklı kullanıyorum