Paris’i, sadece bir şehir olarak yani sadece sokaklardan, evlerden, binalardan, vb. oluşan bir yapı olarak kabul edemiyorum bir türlü. Onu hep bir varlık olarak görüyorum, Paris dediğimde sanki bir insan veya tek başına farklı bir varlık görüyorum. Bunu en çok, nehrin üzerinde bir köprüden o muhteşem güzelliğini izlerken hissediyorum; Paris diye hitap ediyorum hep sanki beni duyan bir varlık var gibi.
Bu güzellik aslında bir çok şeyin kombinasyonu; eski binalar, köprüler, saraylar, bahçeler, müzeler, fransızca dilinin senfonik tınısı, yemek ve kahve kokuları, insanlar… Kombinasyonun detayına inip biraz parkları ve bahçeleri anlatmak istiyorum bu yazıda. Belki Paris’e ilk kez gidecek bir okurun bu bahçelere gitmesine vesile olur bu yazı, belki de bu bahçelerin tadını çıkarmış bir okurun anılarını canlandırıp mutlu eder onu.
Paris, yeşil alan ölçümlerine bakıldığında oldukça yeşil görünüyor. Şehrin toplam yüzölçümünün %17.5 ‘ine denk gelen 2 büyük ormanı var. Bunun dışında toplam alanı 203 hektar olan 16 park ve toplam alanı 207 hektar olan 137 bahçeye sahip.
Jardin du Luxembourg, 1612 yılında Fransız kraliyet ailesinin İtalyan gelini Marie de Medicis’in isteği ile oluşturulmuş ve içinde yer alan Luxembourg sarayına özel olarak yapılmış. Parkın halka açılması ise yine bir çok park ve saray bahçesi gibi Fransız devriminden sonra olmuş.
Nehrin sol yakasında, Latin mahallesi olarak bilinen 6. bölgedede yer alan bu bahçe 23 hektarlık (21 hektar halka açık) bir alana sahip. Bahçe iki farklı kenar bölgeden oluşuyor; Saint Michel bulvarından girildiğinde Fransız bahçelerinin olduğu bölüm, Rue Guynemer’den girildiğinde ise İngiliz bahçelerinin olduğu bölüm çıkıyor karşımıza ve bu iki farklı alanın ortasında geometrik olarak dizayn edilmiş bir bahçe yer alıyor.
Bahçede toplam 106 heykel yer alıyor ve ağırlıklı olarak Fransız tarihindeki önemli kadınların heykellerine yer verilmiş. Önceleri burada Amerika’nın özgürlük heykelinin bir kopyası vardı, tabi daha küçük olarak ama 2012 yılında bu heykel Musée d’Orsay’a alınmış, şimdi yeni bir kopya bekleniyormuş parka konmak üzere.
Meydandaki büyük çeşme haricinde iki farklı çeşme daha yer alıyor bahçede. En güzel ve ilgi çekeni ise Fontaine de Medicis. Bu çeşme Rue de Medicis çıkışına yakın ve bahçenin populer alanından biraz uzak kalıyor, o nedenle onu görmek için özellikle sarayın sağ tarafından ilerlemek gerek.
Tabi böyle güzel bir bahçe olur da içinde sanatsal aktiviteler olmaz mı? Bahçede fotoğraf ve heykel sergileri oluyor. Yazın ise konserler düzenleniyor. Çocuklara özel programlara ise ağırlık veriliyor.
Jardin du Luxembourg’a neden gitmeli derseniz, fotoğraflarda görünen güzelliği görmekten ziyade orada güneşli bir günde bu güzelliğin içine dalıp yaşamak için gitmelisiniz. Hastası olduğum o yeşil sandalyelerden birine oturup, imkan varsa bacakları da başka sandalyeye uzatıp, güneşlenebilirsiniz, hatta uyuyabilirsiniz. Daha da keyifli olsun derseniz, şarap alır götürür ve ve güzel bahçenin bir köşesinde şarabınızı yudumlarken “C’est la vie” dersiniz (Hayat budur). Öğle yemeği için bir çok parizyen sandvicini ve şarabını alıp buraya gelir.
Jardin des Tuileries, Paris’in en merkezi ve en çok bilinen bölgesinde, Louvre Müzesi ile Champs Elysées Bulvarının başlangıcı olan Concorde Meydanı arasında, nehir kenarında yer alır. Bir diğer komşusu ise ünlü cadde, Rue de Rivoli’dir. Toplam 25 hektarlık bir alana sahip olduğundan Paris şehir merkezinin en büyük bahçesidir.
Jardin des Tuileries, 1564 yılında Tuileries Sarayının bahçesi olarak oluşturuldu. Bu bahçe fikri ise yine ünlü Medicis ailesinden Fransa kraliyet ailesine gelen bir başka geline aitti. Bahçe 1667 yılında halka açıldı ama Fransız devriminden sonra tamamen halka ait bir bahçe oldu.
Halka açılan bir saray bahçesi olarak Jardin des Tuileries, devrimin önemli mekanlarından biri oldu. Daha doğrusu devrim sonrası yapılan kutlamalar, eğlenceler ve gösteriler için kallanıldı. Saray koleksiyonundan çıkarılan heykeller buraya yerleştirildi. 1900’lerde olimpiyat oyunlarının bir kısmı için kullanıldı. 1. Dünya savaşını hafif hasarla atlatan bahçenin, 2. Dünya savaşında bir kısmı Almanlar tarafından cephanelik olarak kullanılmış.
Savaştan sonra, ünlü general Charles de Gaulle tarafından güzelleştirme çalışmaları yapılmış, bahçe eski formuna kavuşmuş. İçine modern heykeller eklenmiş. Sonrasında yine her gelen cumhurbaşkanı tarafından özel ilgi görmüş ve yeni projelerle hep daha da güzelleştirilmiş.
Şimdilerde çok turistik bir alanın tam ortasında yer alıyor olması nedeniyle her daim çok kalabalık ve gürültülü oluyor. Tarihi bahçede doğa huzuru arayanların bu bahçeye sabah erken saatlerde gitmeleri ya da gün içinde gittiklerinde bahçenin tam ortasında yer alan yolun etrafında değil de, nehir kenarında kalan uzak bölgelerde oturmaları gerekiyor.
Diğer Paris yazılarım için tıklayınız:
http://cafelontano.com/category/yurtdisi-gezileri/paris/
Bu yazı daha önce 11310 kez okundu!