Artık mevsimleri çok değişken yaşadığımız için Şubat ayında 24 derece sıcaklığı bile gördüğümüz günler oluyor. Ve tabi bu günler bir de hafta sonuna denk geldiğinde çocuksu bir sevinçle sokaklara atılmak istiyor insan. İşte böyle günler için Adalar’ı ziyaret etmek bence en güzel seçeneklerden biri. İstanbul’da yaşayıp yazın adaya gitmenin işkence olduğunu fark edenler için ise bugünlerde adada sakin bir gezi yapmak paha biçilemez sanırım.
Şehir hatları seferlerinin azaltılması ile birlikte mülteci teknesi gibi dolup taşan teknelerde balık istifi şeklinde adaya gitmek bana keyif vermiyor. Çünkü adaya gitmenin en güzel yanlarından biri de gidiş yoludur. Şehir hatlarının üç katlı vapurunun terasında güneş gözlerinizi kamaştırırken püfür püfür rüzgarı teninizde hissetmek ve vapuru takip eden martıları izleyerek ve geride bırakarak İstanbul’u, adaya doğru yol almak çok keyiflidir.
Yaz aylarında adım atmakta zorlandığınız ada meydanında güneşli bir kış günü gönlünüzce yürüyebilirsiniz. Biz bu geziyi tamamen Aya Yorgi tepesine çıkmak üzere planladığımızdan meydanda hiç vakit kaybetmeden büyük tur üzerinden yürüyerek Aya Yorgi meydanına çıkıyoruz. Büyük turu bisiklet ile de yapabilirsiniz ama Aya Yorgi yokuşunu bisikletle çıkmak mümkün olmadığından yokuşun başında park etmeniz gerekecektir. Aya Yorgi tepesine çıkış zor, evet kabul ediyorum ama çıkıldığında tüm yorgunluğu unutup sonsuz bir manzara ve huzur içine dalıyor insan.
1751 yılında inşa edilmiş olan Aya Yorgi Manastırı, Ortodoks kilisesinin otoritesi sayılan Başpiskoposluğun Türkiye’de kabul ettiği manastır olma özelliğini taşıyor. Manastır binası ve aynı tarihte inşa edilen bir şapelin yanı sıra 1905 yılında inşa edilen Aya Yorgi Klisesi de aynı alanda bulunuyor. Bu klisenin çok önemli ve bilinen bir özelliği var: Her yıl 23 Nisan ve 24 Eylül tarihlerinde, Aya Yorgi Kilisesi’nde Ortodoks cemaatinin hac ritüeli gerçekleştiriliyor. Dünyanın dört bir yanından Hıristiyanları bir araya getiren bu ayinde, kısmet açacağı inancıyla insanlar ellerindeki makaraları aça aça tırmanıyorlar zorlu Aya Yorgi yokuşundan. Eğer ipler kopmadan kiliseye ulaşıp bir de mum yakabilirlerse, dileklerin gerçekleşeceğine inanıyorlar. Aynı zamanda yol boyunca yer alan ağaçların dallarına bez parçaları bağlayarak dilek tutuyorlar. Ayini tamamlamak için iki şart olduğu söylenir; biri çıplak ayakla yürümek, diğeri ise hiç konuşmamak. Hristiyanlıkta Meryem Ana Evi’nin ziyareti haç, Aya Yorgi ritüelini gerçekleştirmek ise yarı hac olarak kabul ediliyormuş.
Biz bu tür ritüellere hiç girmeden sadece manzaranın keyfini çıkarıp, yer yer dinlenerek tepeye varıyoruz. Arada bir bez parçalarının ve iplerin renklendirdiği ağaçları inceleyip ne dilekler var acaba bu ağaçta diye düşünmeden de edemiyoruz tabi.
Klisenin hemen yanında yer alan Yücetepe Kır Gazinosu ise aslında asıl varış noktamız. Yani tepe hep Aya Yorgi Klisesi ile anılıyor ve hatta bu işletme sanki onun bahçesi gibi geliyor insana ama burada 1978 yılında açılmış bir kır gazinosu var. Büyük Ada’nın en yüksek tepesinde, bir yanında manastır ve klisenin manevi varlığı, diğer yanında sonsuz bir manzaraya açılan bir uçurum ile bambaşka bir mekanda buluyoruz kendimizi. Kış aylarının sessiz güzelliği ise fotoğrafta hissediliyor.
Bir kır gazinosunda yemek kalitesini veya servis kalitesini ölçmek biraz gereksiz kalıyor bana göre. Hele böyle eşsiz bir mekanı yemek ve servis ile değerlendirmek çok yanlış olur. Burada bana göre bu işletmenin devamlılığını sürdürmesidir takdir edilmesi gereken. Hac yolculuğu sayılacak kadar zor bir yokuşu her gün tırmanıp, böyle bir tepede misafirlerini beklemenin güzelliğidir ölçülmesi gereken. Aşağıda görünen bu masada soğuk bir kış günü sıcak bir çay içmek ya da sıcak bir yaz günü soğuk bir bira içmek beş yıldızlı yemeklere eşdeğer sayılabilir.
Aya Yorgi tepesine çıkıp bu manzaranın keyfini çıkarmanın tam zamanlarını yaşıyoruz bu günlerde…
Yücetepe Kır Gazinosu hakkında daha fazla bilgi almak isteyenler burayı tıklayabilir.
Bu yazı daha önce 5638 kez okundu!