Doğal beslenme ve sürdürülebilir tarım üzerine çokça bilgi edinmek için okuyan, araştıran ve düşünen bir blog yazarı olarak ve bugün itibariyle 15 aylık bir bebek annesi olarak bu yazıyı yazmanın gerekliliğini düşünüyordum uzun zamandır. Çünkü özellikle bebeği ek gıdaya yeni başlayan anne babaların ticari bir organik ağına düştüğünü görüyorum.
Bebek ek gıdaya geçtiğinde yediği her bir gram meyve, sebze, yoğurt hatta su ölçülü ve kontrollüdür ve bebeğe özeldir. Bu nedenle anneler bebeklere özel alışveriş yaparak başlar organik beslenme telaşına. Ama işte temel sorun da zaten bana göre buradan kaynaklanıyor. Çünkü bebeğin organik beslenmesi gerektiğini düşünüp kendi beslenmesini es geçen anne babanın bebeğin bu beslenme düzenini ek gıdadan normal gıdaya geçişte sürdürmesi pek mümkün olmayacaktır. Ebeveynler kendi beslenme alışkanlıklarını değiştirmedikleri sürece bebeğe istedikleri beslenme düzenini kabul ettiremezler. Zaten bir sürü evde yemek masası kavgalarının bir nedeni de budur. Siz beyaz ekmek yerken çocuğun tam buğday ekmeği yemesini veya siz beyaz pirinçle pilav yerken onun kinoalı pilav yemesini asla beklemeyin. Bunlar çok üst örnekler olduysa en basiti söyleyeyim; siz kola içerken çocuğunuzun ayran içmesini beklemeyin!
Beslenme düzeni tüm aile için bir bütün olarak düşünülmelidir. Yani aslında bebeğimiz veya çocuğumuzun bizim aynamız olduğunu kabul etmeli ve ona göre kendi beslenme düzenimizde (ve hatta hayatımızda) değişiklikler yapmalıyız. Anne için bu değişim fırsatı hamilelikle başlar ve eğer iyi değerlendirebilirse bebeğin ek gıdaya geçişi fazla telaş yaratmadan çözülür. (Hamilelikte beslenme hakkında yazımı buradan okuyabilirsiniz)
Benim doğal beslenmeye ilgim yıllar önce başladı ama her şeyi bir anda değiştirmedim, değiştiremezdim de. Çünkü beslenmek hayatımızın temellerinden biri ve bu temeli bir anda yıkıp yerine başka bir temel inşa edemeyiz. Onun yerine yavaş gitmeyi tercih ettim ben. Okudukça farklı konularda bilgi edindim ve her yeni bilgiyi uygulamaya, hayatıma adapte etmeye çalıştım, ve halen de devam ediyorum. Çünkü marketten organik sebze ve meyve almaktan çok ama çok daha derin bir konu ve değişim bu. Eğer bir birey olarak organik beslenmenin gerekliliğini farketmişse bir kişi mutlaka bunun üzerini gidip altını doldurmalı. Aksi takdirde “organik” kelimesinin sihrine bulanmış ticari bir ağın içine düşebilir. (Burada organik/ekolojik tarım üzerine yazımı okuyarak devam etmenizi özellikle tavsiye ederim, konunun derinliği açısından)
Yukarıda linkini verdiğim yazımdan kısaca bir alıntı yapacağım; Ekolojik ( organik ) ürün, tohumdan hasada, hasattan son kullanıcıya ulaşıncaya kadar tüm aşamalarında insana ve ekosisteme zararlı hiçbir kimyasal girdi, katkı maddesi ve yöntem kullanılmadan üretilen kontrollü ve sertifikalı ürünlerdir. Kanun ve yönetmeliklerce tanımlı şartlar dahilinde tüm süreçte izlenebilirliğin sağlandığı, her bir verinin kayıt altına alındığı bir tarım metodudur. “Organik” kelimesi ile eşdeğer anlamlı kelimeler sadece “Ekolojik” ve “Biyolojik” kelimeleridir. Bunun dışında kullanılan ve ürünün sağlıklı olduğuna yönelik çağrışım yapan “doğal”, “naturel”, “hormonsuz”, “arılı”, “hakiki”, “saf”, “köy ürünü”, gibi ifadelerin yasal dayanağı ve herhangi bir garantisi, teminatı yoktur.
Organik beslenmenin temelinde aslında doğaya zarar vermemek yatar ve bu da doğanın sürdürülebilirliği için ilk şarttır. Bizi besleyen doğadır, toprak anadır. Ve bunun devamlılığı için bizlerin doğaya sadık olması gerekir. Tarım ilaçları kullanılarak bir topraktan 1 birim ürün almak yerine 10 birim ürün alabilirsiniz konvansiyonel tarım ile ama bu toprağı bir kaç yıl sonra kullanamaz olursunuz. Ve böylece zamanla topraklar kurur ve ülkemizde örneğini gördüğümüz üzere başka ülkelerde tarım yapmak için toprak kiralamak bile gündeme gelebilir. Konvansiyonel tarım, en çok ürünü elde etmek için her türlü yöntemin serbest olduğu tarım şeklidir. Yoğun ilaç kullanımı ve bitkilerin yapısına müdahale söz konusudur. Böylece üretim aşamasında toprağa, tüketim aşamasında da insana zarar verir. Konvansiyonel tarım ile yetişen bir ürünü yerken aklınıza şunu getirirseniz belki fikriniz değişir; yediğiniz domatese önce sinek ilacı sıkıyorsunuz ve ardından yıkayıp yiyorsunuz. Yani gözümüzle görmediğimiz ilaç kalıntısının varlığı aslında bu kadar açık.
Organik tarıma alternatif olarak bir de geleneksel tarım, doğal tarım denilen eski yöntemlerle üretilen ürünler var ama bunlarda sertifikasyon olmadığı için doğal olduğunu bilmek sizin ürünün kaynağına ne kadar yakın olmanıza bağlı.
Özetle;
Organik ve/veya doğal gıda ile beslenmek için bebeğinizin ek gıdaya geçmesini beklemeyin. Hepimiz ne yersek oyuz, sadece bebeklerimiz değil.
Organik gıda sadece alışveriş sırasında bir seçim değildir, derininde doğayı korumak yatar.
Siz nasıl beslenirseniz bebeğiniz de öyle beslenir, o nedenle onun sağlıklı beslenme düzeni olsun istiyorsanız önce kendi beslenme düzeninizi değiştirmeniz gerekir.
Organik/ekolojik tarım üretimde doğayı korur ve hatta daha da iyileştirir, tüketici için zararlı hiç bir madde barındırmaz. Konvansiyonel tarım ise üretim aşamasında toprağa, tüketim aşamasında da insana zarar verir.
Gözle görülmeyen tarım ilaçları zamanla çeşitli hastalıklara neden olduğu gibi küçük yaşta çocuklarda hormonel bozukluklara da neden olur.
Bu yazı daha önce 24631 kez okundu!
Bloğunuzu cok uzun zamandir severek takip ediyorum. Çok kaliteli, düzeyli yazıyorsunuz. Emeğinize sağlık..
Doğal ürün tüketme konusunda ise teoride çok haklısınız, her cümlenin altına imzamı atarım. Pratikte başarabiliyor musunuz? Marketlerde veya doğal ürün satış yerlerinde organik diye satılan ürünlere güveniyor musunuz? (Büyük firmalar dahil) Köylü artık masum değil, ticaretin efendisi hepsi. Bu durumda pazardan eve taşımanın ne anlamı kalıyor? Sadece meşhur bir çiftlikten güvenerek sipariş veriyordum, o da sürdürülebilir olmadı. Hatta bir ara takıntı oldu, dışarıda yemek yiyemez oldum. Anneme, arkadaşıma gittigimde bile fare zehiri yemişim gibi hissettim kendimi. Baktım obsesyon yerleşiyor, abartma dedim. Bir yanım hep rahatsız kaldı. Ufaklık doğunca rahatsızlıklar tavan yaptı. Arada kalmışlığımı da sizinle paylaşmak istedim.
Sevgiyle kalın..
Merhaba Özlem Hanım,
Ne kadar içten anlatmışsınız durumu.
Öncelikle ben pratikte ne kadar uyguluyorum onu söyleyebilirim; Dediğiniz gibi obsesyona dönüşüp beni rahatsız edecek boyuta gelmemesi için bir kaç prensip belirledim kendime. 1)Kendi seçim hakkım olduğunda seçimim organikten veya doğaldan yana ama bir ziyarette, bir restaurantta veya tatilde otelde, satın alırken seçim hakkım olmadığı için kabulleniyorum. 2)Eğer vücudumuz sağlıklı beslenirse genel olarak, arada bir vücuda alınan kötü kimyasala ve zararlı maddelere karşı rahatlıkla savaşabilir, bu nedenle ben de organik seçeneği olmadığında kendimi kötü hissetmeden tüketiyorum ve çocuğuma da yediriyorum 3)Ama kesinlikle tüketmediğim ve nerede ikram edilirse edilsin tolere edemeyeceğim şeyler var; yumurta, tavuk, salam, sosis, sucuk, hazır köfteler. Ve tabi bir de uygulama konusunda kendinize haksızlık etmeyin derim; çünkü bu çok büyük bir değişim ve yerleşmesi zaman alıyor. Benim bu konudaki farkındalığım başlayalı yaklaşık 3 sene oldu ve halen hedeflediğim ekolojik hayatın gerisindeyim ama ne güzel ki farkındayım, kendim için ve ailem için ve doğa için çabalıyorum ve her fırsatta çevreme de örnek oluyorum.
Sürdürülebilir bir organik alışveriş konusu ve diğer uygulamalarımı bu yazıda görebilirsiniz:
http://cafelontano.com/2016/08/dogal-beslenmek-ve-dogaya-zarar-vermeden-yasamak-icin-bir-kac-kaynak-onerisi/
Ve daha fazlası için her zaman maille bana ulaşabilirsiniz; elifpercinpoyraz@gmail.com
Sevgiler