Kafamda yer etmiş soğuk ve karlı Almanya görüntüsü, orada geçirdiğim 3 güneşli ve sıcak günden sonra çok değişti. Artık Almanya’yı parlak güneşi, sokakların sakinliği ve çeşit çeşit biralarının güzelliğiyle hatırlayacağım. Kafamdaki bu kötü görüntünün değişmesinin bir nedeni de bizi misafir eden arkadaşlarımızın sıcaklığıydı tabi. Çok eğlenceli, bol keyifli ve ev ortamıyla, yerel bir tatil oldu.
Kaldığımız şehir Essen, 565.000 nüfuslu küçük ve güzel bir şehirdi. Ülkenin batısında, Hollanda’ya çok yakın bir şehir. 2. Dünya savaşından şehir merkezinde geriye sadece kliseler kalmış olsa da, meydanındaki cafeler ve paskalya için kurulan pazarıyla gayet güzeldi.
Ve meydandaki süper restaurant Sausalitos’ta yediğimiz hamburger muhteşemdi, unutamadığım lezzetler arasındaki yerini aldı. Almanya’nın başka şehirlerinde de zincir halinde mevcut olan bu restaurant Meksika mutfağından çeşitler sunuyor. Almanya’dan sanırım sadece biralarını almışlar ve gerisini tamamen ispanyol yemeklerine ayırmışlar. Tapaslar da çok lezzetliydi. Sayfasından menüsü de inceleyebilirsiniz : http://www.sausalitos.de/
Bulunduğu diğer şehirler: Aachen | Augsburg | Berlin | Bochum | Braunschweig | Darmstadt | Dortmund | Düsseldorf | Essen | Frankfurt | Garmisch | Göttingen | Hamburg | Hannover | Ingolstadt | Köln | Krefeld | Landshut | Mainz | München im Tal | München Schwabing | Nürnberg | Osnabrück | Stuttgart | Wolfsburg | Wuppertal
Almanya’da bir diğer zincir restaurant ise Vapiano. İstanbul’da 2 şubesi var ve ben de daimi müşterilerden olduğum için çok lezzetli italyan yemekleri yaptıklarını hiç şüphesiz söyleyebilirim. Almanya’ya gitmeden çok önce Vapiano’nun Almanlara ait olduğunu öğrendiğimde şaşırmıştım ama gittikten sonra anladım ki Alman mutfağının zayıflığı ülkede başka mutfakların restaurantlarına olan ihtiyacı doğurmuş. Ve bu ihtiyaç da başka mutfaklarda uzmanlaşmayı ve gelişmeyi doğurmuş.
Essen şehir merkezinde geçen hareketli cumartesinin ardından güneşli pazar günlerinin favorisi olan Baldeney gölüne gittik. Denizle bağlantısı olmayan şehrin, büyüklüğü nedeniyle denizi çağrıştıran, piknik, güneşlenme, sörf, eğlence alanı denilebilir burası için.
Avrupalıların en sevdiğim özelliği kuralsız, kısıtlamasız yaşamaları. İşte Mart ayında güneş gören gençlerin bikinileriyle güneşlendiği, voleybol oynadığı bu fotoğraf da bu özelliklerinin kanıtlarından biri. İçlerinden geldiği gibi, hesapsız ve kuralsız yaşıyorlar ve bunun sonucunda da çok güzel eğleniyorlar.
Baldeney’de Hugoloss adında bir Yunan restoranında yemek yedik ve ilk kez bir yunanın türk olduğumuzu öğrendikten sonra bize karşı tutumunun olumsuz yönde değiştiğini gördüm. Gerçi hesabı öderken biraz günah çıkarır gibi oldu garson ama beni epey şaşırtı. Belki de Almanya’daki ırkçılık probleminin bir etkisiydi gördüğümüz.
Şüphesiz Almanya seyahatinde en sevdiğim yer Kettwig oldu. Tabi şimdilik öyle çünkü daha görecek çok yer var. Tarih kaynaklarında adından ilk kez 1282 yılında bahsediliyor, dönemin papasının yazdığı bir mektupta geçiyor hatta adı. Zaman içinde fransızların ve rusların da egemenliğine girdiği dönemler olmuş ve şuan Essen şehrine bağlı.
Bölgede büyük sanayi kuruluşları olmadığı için 2. dünya savaşından çok zarar almadan kurtulmayı başarmış. Bu nostaljik ahşap evlerin kurtulmuş olmasına çok sevindim ben de kendi adıma. Dar sokaklarda yürürken kendimi masal aleminde hissettirdiler bana.
13. yüzyıldan kalma bu klise zaman içinde tadilatlar ve ek yapılarla bu hali almış. İngilizce kaynaklar pek sınırlı konu ile ilgili ve google translate de biraz devrik ve anlamsız cümleler kurduğundan güven vermiyor tarih araştırmak için. Bu nedenle ben de paylaşamıyorum tabi.
Tarihini çok iyi anlayamasam da, meydandaki cafede yediğimiz waffle ve elmalı strudelin tadını çok iyi anladım ve bayıldım. Fotoğraf çekmek için sabredemeden yemiş olmamızdan da anlaşılacağı üzere ikisi de çok güzeldi. Strudeli sonrasında evde deneme kararı almıştım o gün ama sonra unutmuşum, şimdi farkettim. Artık bir dahaki kışa deneme sırasına alabilirim.
Aynı günün gecesinde Köln’den uçağa binecek olduğum için akşam üstü Köln’e geçtik. Köln çok turistik bir şehir olduğundan daha çok etkileneceğimi düşünmüştüm ama çok da etkilenmedim açıkcası. İnşaatı tam 632 yıl süren Köln katedralinden etkilenmek bir yana, görüntüsünden ürperdim bile. Tabi gotik mimarinin amacının da bu olduğu düşünülürse çok da şaşırılacak bir durum değil benimki sanırım. Şehir merkezinde kısa bir turun ardından Almanya’dan ayrılmadan o muhteşem hamburgerden tekrar yemek üzere bir sausalitos şubesine oturup, tapaslar ve muhteşem alman biralarıyla saatler geçirerek Köln gezisini de sonlandırdık.
Köln konusu her açıldığında tekrar ediyor olabilirim ama fransız eğitimi almaya başladığım ilk zamanlarda öğrendiğim ve hiç unutmadığım bir şey vardı. Bizim bildiğimiz ismiyle kolonya aslında fransızca “eau de Cologne” dan yani türkçesiyle “Köln’ün suyu” deyiminden gelmektedir. Köln, fransızcada cologne diye yazılıp, koloyn diye okunduğundan dilimize kolonya olarak gelmiş. Köln’de hediyelik eşya satan mağazalarda kolonyaları görünce bunu anlatmak gereği duymuştum ve şimdi de duydum 🙂
EPP
Bu yazı daha önce 7226 kez okundu!
merhaba,
kızım şuan Essen de bu paylaşımınız oldukça faydalı oldu ona , buradan giderken ısrarla Sausalitos’ta hamburger yemeği unutma demiştim , dün gerçekten çok başarılı yorumunu aldım 🙂
tüm yazılarınızı severek takip ediyorum , emeğinize sağlık
Çok teşekkur ederim Jülide Hanım, cok sevindim 🙂