Kısa bir süre içerisinde ikinci kez Londra’ya gidiyor olmamdan ötürü ve hatta tekrar tekrar gideceğimi biliyor olmaktan ötürü, Londra ile barışmaya ve kendisine bir şans tanımaya karar verdim. İlk ziyaretim 2010 yılında turistik amaçlı olmuştu ve pek sevememiştim Londra’yı. Nedense hep bir Paris ile kıyaslama, nehir kenarında estetik binalar arama derdindeyim. İkinci ziyaretim ise iş amaçlı olmuştu ve o dönem ülkemizde yaşanan hazin bir olaydan ötürü çok kötü bir psikolojiyle gitmiştim. Kaldığım bölge de şehirden çok uzakta, Thames nehri kenarında sonu görünmeyen büyük bir bahçe içinde eski bir şatoydu ve tabi tek başına böyle bir yerde kalıyor olmak bozuk olan psikolojimle ve üzüntümle birleşince iyice melankolik olmuştu. Ardından bir gece de şehirde konaklamam gerekmiş, evimi iyice özlemişken çok kötü bir otel seçimi ( Hilton Victoria) yaptığımı farkedince evime ışınlanmak istemiştim. Ve pek tabi Londara’ya karşı olan hislerim pek hoş olmamıştı.
Ve bu ziyaretimde herşey değişti. Gideceğim ofis şehrin çok dışında olmasına rağmen tüm seyahatimde şehirde konakladım ve hatta bu sefer otel soğukluğundan kurtulmak için küçük bir daire kiraladım. Bu kez seçimlerim beklediğimden de güzel çıkınca mutlu mesut bir seyahat geçirdim. Ve bu mutlu seyahatimin son gününü Notting Hill’de geçirdim.
Londra’ya olan hislerimi pozitife çevirme çalışmasının bir aşaması olarak gitmeden bir gün önce en sevdiğim romantik film aktörü Hugh Grant’ın Notting Hill filmini (tekrar) izlemiştim. Ve tabi Notting Hill’de bulunan The Travel Book Co adlı kitapçısını ziyaret etmek hayaliyle Notting Hill’e gitme planları yapmıştım. Bazen böyle teenage hayalleriyle de plan yapmak lazım tabi hayatta, hep ciddi ciddi gezilmez 🙂
Notting Hill Gate durağından çıkar çıkmaz Pembridge Road’a girip, soldan üçüncü sokak olan Portobello Road’a dönüyor ve kendinizi Notting Hill romantizminin içine bırakıyorsunuz. Sokağa girer girmez güzel bir dükkan var, yeni açtıkları için henüz tabelaları gelmemiş, isimleri Organic Hill olacakmış. Bir Türk tarafından işletilen bu mağazada organik kıyafetler ve ayakkabılar satılmakta. Çok güzel ve orjinal malzemeler var burada ve Türklere özel indirim de var. (Nedense Notting Hill’de çok türk esnaf var.)
Sokağın romantizmine kapılıp güzel binaları izleyerek devam edip Portobello sokağından ismini alan Portobello pazarına varıyorsun. Burada tezgahlarda antik eşyalar, ikinci el kitaplar, yeni ve eski takılar ve türlü türlü eski ve yeni eşyalar bulabilirsin. Son dönemim vintaj akımına uyarak ben de kendime 1890’lardan kalma, fildişi sapı olan, victorian tarzda bir pasta servis bıçağı ve çatalı aldım. Benim aldığım tezgah, pazarın başladağı yerdeki ilk tezgahtı. Bir kaç tezgah ileride 50 poundken, buradan 35 pounda aldım ve üstelik kredi kartı ile de ödemek mümkündü bu tezgahta.
İngiliz çay fincan takımlarını her zaman çok beğenmiş olsam da çay içmeyen bir kişi olarak kendimi hep bunları satın almamak için engelledim ama eminim çay severler bu antika fincanlara bayılacaktır ama tabi tek bir fincan tabağıyla birlikte 25 pound yani biraz pahalı.
Portobello Road üzerinde hem tezghaların her birini ayrı ayrı hem de tüm mağazaları gezmek gerekiyor. Mağazalar rengarenk minik eşyalar veya orjinal tasarımlarla doluyken tezgahlar da antiklarla dolu. Sanırım sadece bu sokaktaki mağazaları gezmek 2-3 saat sürebilir. Alışveriş yapmadan bile sadece inceleyerek, görerek keyif alınabilecek tezgahlar var burada.
Ve teenage hayalim gerçekleşiyor; Hugh Grant’ın kitap dükkanına ulaşıyorum. Filmi çok yeni seyretmiş olmamın etkisinden midir nedir, kapıdan girdiğim anda filmin içine girmiş gibi hissediyorum. Ama sonra bir turistin patlattığı flaşla kendime gelip etrafı geziyorum. Tabi ki çok değişmiş mağaza, hatta ismi bile değişmiş; The Notting Hill Bookshop olmuş artık adı. Bu mağazanın tarihi ve film o kadar baskın geliyor ki, kitaplarla pek ilgilenmiyor insan. Tabi bir de benim için cennet gibi olan bir başka kitap mağazası tam karşısında olunca burada kitaplara pek ilgi gösteremedim.
“Books for Cooks” yani aşçılar için kitaplar adlı mağazanın ismi bile ilgi uyandırmak için yeterli oluyor mutfak severler için. İçi ise tam bir cennet. Bir de içeride küçük bir mutfak kurmuşlar ve öğle saatine denk gelen ziyaretim sırasında mutfaktan nefis kokular geliyor olması keyfimi iyice taçlandırıyor. Dünya mutfakları, ünlü şeflerin kitapları, çikolata hakkında koca bir raf, baharatlar hakkında ayrı bir raf, yetmedi yemek tarihi, yemek kültürü yani açıkcası aklına gelmeyecek kadar çeşit var burada. Ben kitap alışverişimi bir gün önce başka bir mağazadan tamamladığım için buradan kitap almak için valizimde yer olmadığına üzülerek ayrılıyorum ama eminim bir dahakine başka mağazalara gitmeden direk buraya geleceğim.
Notting Hill’de gezerken, hem romantizminin etkisi, hem de sokak pazarının mahalleye kattığı renk ve canlılıktan sanırım, bir zaman Londra’da yaşamam gerekse mutlaka buarada yaşardım diye geçirdim hep aklımdan.
Bu yazı daha önce 15341 kez okundu!